2 Aralık 2013 Pazartesi

Polimerlerin Tarihsel Gelişimi ve Önemi

Polimerlerin Tarihi Gelişimi ve Önemi


Sentetik polimerlerin ticari boyutlarda üretiminin başlamasından önce insanlar; dokuma veya giyinme gibi gereksinimlerini yün, pamuk, jüt, keten gibi doğal liflerin işlenmesiyle sağlamışlar, günlük hayatta yararlandıkları eşya ve malzemelerin yapımında çelik, cam, odun, taş, tuğla, çimento gibi maddeler kullanmışlardır. [1]

Polimerik ürünlerden biri olup, bugünde çok kullanılan maddelerden biri olan kauçuğun kullanımı 5000 yıl öncesinde dayanır. Başlangıçta sıvı olan kauçuğun özsuyu (lateks) uzun zincirli moleküller içerir. kızılderililer bu özsuyu ile ayaklarını kapladıktan sonra havadaki oksijenin etkisi ile bazı noktalardan bu moleküller birbirlerine bağlanırlar. 
Bu bağlanmalar nedeniyle artık moleküller birbirlerinden kolayca ayrılamazlar. 
Böylece sıvıdan kati duruma geçilir. Fakat bu kati biraz özeldir. bu kati yapı içerisinde küçük moleküler hareket edebilirler. ve tüm yapıda hareketlidir. yapının bir balık ağı gibi davrandığı düşünülebilir. bu nedenle bu yapı kısmen kati kısmen sıvı gibi davranırlar. Bu madde kauçuk olarak adlandırılır.
Bununla beraber bu kauçuk ayakkabı bir gün içerisinde dağılır. Çünkü havadaki oksijen ilk olarak molekülleri birbirine bağlamasına karşın bir süre sonra oksijen, zincirleri kesmeye baslar. Bir gün sonunda yapı dağılır. [2]

Çinliler’in 1400′lü yıllarda yaptıkları, balmumuna daldırılmış kumaştan şemsiye , daha sonra “Direkt Kaplama” olarak isimlendirilecek işlemin tarihteki ilk uygulamasıydı. Kumaşın tamamı ile farklı bir malzemeyle kaplanarak (birleştirilerek) işlevini daha iyiye götürme fikri böyle oluştu.

Bugün sıkça kullanılan PVC ve PU gibi polimerlerin atası 1839 yılında Goodyear tarafından üretildi. Goodyear, kükürtle vulkanize edilmiş kauçuk olan Libonit’i üretti. 1849 yılında Charles Goodyear kauçuk ağacının özsuyunu kükürt ile kaynattığında esnek , sağlam siyaha yakın bir madde elde etti. Goodyear’ın bu buluşu halen üretimdedir , fakat o yıllarda henüz polimer kavramı ortaya atılmamıştı.

Polimerlerin ikinci büyük grubu olan Plastiklerin ilk ürünü ,1868 de Amerika’da John Wesley Hyatt tarafından pamuk selülozunu nitrik Asit ve kamfor ile etkileştirilerek hazırlanan yarı sentetik polimerdi.
1900’lü yıllarda İtalya’da Direkt Kaplama işlemiyle mezure üretildi. Takip eden yıllarda 1. dünya savaşı esnasında Almanlar ilk U-Boat modelini ürettiler. Ancak dış etkenlere karşı son derece dayanıksızdı. [2]

1920 yılında Alman Kimyacısı Staundinger “makromolekül” kavramını ortaya atmıştır. Selülöz ve proteinlerin birer makromolekül olduğunu ileriye sürdü. Polistiren ve polioksimetilen için ilk kez uzun zincirli molekül formülleri sunmuştur. 1926 yılında Svendberg Ultrasantrifüj yöntemi ile polioksimetilenin molekül ağırlığının 100.000 civarında olduğunu gösterdi. Makromolekül Hipotezi sonraki yıllarda birçok polimerin üretimine ışık tutmuştur. [3]

1927 de selüloz asetat ve polivinil klorür, 1928 de polimetil metakrilat, 1929 da üre-formaldehit reçineleri üretilmiştir. Özellikle II. Dünya savaşında stiren-bütadien kopolimeri polimer teknolojisinin önemli ürünleri olmuşlardır. [3]

Makromoleküllerin sentez yöntemleri de ilk defa aynı zamanda naylon malzemesinin de mucidi olan Amerikalı kimyager Wallace Hume Carothers tarafından ileri sürülmüştür.

1930 yılından sonra fiziksel ölçme yöntemlerinin hızla gelişmesi ile makromoleküllerin yapıları tam olarak aydınlatılmış ve yeni makromoleküller sentezlenmiştir. Öte yandan doğal makromoleküller; selüloz, kauçuk, proteinler vs. analiz edilmeye başlanmıştır. Makromoleküllerin önemini ve imkanlarını gören kimya endüstrisi bu alandaki çalışmalarını hızlandırarak 1927 yılında IG-Farben (BASF) Bayer ve Hoecst firmaları 1929 yılında polistireni patent altında üreterek; hizmete sunmuşlardır. [3]

1931’de yine ilk sentetik kauçuk olan neopren üretimi başlamıştır. 1936’da poliakrilonitril, stiren-akrilonitril kopolimeri ve polivinil asetat, 1937’de poliüretan, 1938 de Teflon ticari ismi ile anılan politetrafloroetilen, 1939’da melamin-formaldehit (formika) reçineleri, 66-naylon; 1940’da bütil kauçuğu ve silikonların hammaddesi olan silanlar, 1941’de polietilen, polietilen teraftalat, 1942’de doymamış poliesterler ve Orlon ticari isimli poliakrilonitril fiber üretimi gerçekleştirilmiştir. Önemli anorganik polimeler arasında bulunan silikon 1943 yılında sentezlenmiştir. [3]

1952 de Max Planck Enstitüsü arastırmacılarından K.Ziegler bazı alüminyüm alkali bileşiklerini katalizör olarak kullanarak etilenin düşük basınçta polimerizasyonunu gerçekleştirmiştir. Ziegler ve Giulio Natta sterospesifik polimerizasyonu diğer olefinlere de uygulamışlardır. 

1954 de polikarbonat ve 1956 da polifenil oksit sentezlenmiştir. Son yıllarda yüksek ısıl ve mekanik dayanıklılığa sahip poliimid, poliarilsülfonlar, poliarilamidler, polifenilsülfit, polibütil teraftalatpolietereketon, polifenil gibi önemli plastikler geliştirilmiştir. [3]

1954’de polikarbonat ve 1956’da polifenil oksit sentezlenmiştir. Son yıllarda yüksek ısıl ve mekanik 
dayanıklılığa sahip polimerler olan poliimid, poliarilsülfonlar, poliarilamidler, polifenilsülfit, polibütil teraftalatpolietereketon, polifenil gibi önemli plastikler geliştirilmiştir. [4]

1960’lı yıllarda kumaş ve Plastik özelliklerini aynı anda içeren bir yapıdan bahsedilmeye başlanmıştır. Yüzey, doğal deri efekti verirken sağlamlığını kumaş sağlıyordu. Bu yıllarda “Transfer Kaplama” ortaya çıkmıştır. O yıllarda kullanılan transfer Kağıtları en fazla 100 ºC’ye kadar dayanıklıydı. Teknolojinin ve malzeme bilgisinin gelişimiyle suni deri uygulamaları bugünkü halini almıştır. [4]

Polimerler; hafif, ucuz, mekanik özellikleri çoğu kez yeterli, kolay şekillenebilen, değişik amaçlarda kullanıma uygun, dekoratif, kimyasal açıdan inert ve korozyona uğramayan maddelerdir. Bu üstün özelliklerinden dolayı, yalnız kimyacıların değil; makine, kimya, tekstil, endüstri ve fizik mühendisliği gibi alanlarda çalışanların da ilgisini çeken materyallerdir. [5]

Tıp, biyokimya , biyofizik ve moleküler biyoloji açısından da polimerlerin önemi büyüktür. Bu değerlendirmeler ışığında polimer kimyası, kimya yanında yukarıda söz edilen çoğu bilimin alanını kapsayan ayrı bir bilim disiplini olarak gözükmektedir. [5]

Son yüzyıl özellikle sentetik polimerlerle ilgili bilim ve teknolojisinin çok hızlı gelişimine tanık olmuştur. Tekstil sanayisi, fotoğrafçılık, gözlükler ve lensler, ambalajlama ve koruma, ev yapı malzemeleri, taşımacılık gibi sektörlerinde polimerlerin önemi oldukça büyüktür. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde polimer teknolojisi büyüme hızı %10’dan fazladır. [5]

Önümüzdeki yıllarda dünyada yıllık polimer üretiminin 300-400 milyon ton olması ve polimerik malzemelerin birçok uygulamalarda diğer malzemelerin yerine alternatif malzemeler olarak kullanılması beklenmektedir. [5]

Polimer kimyasında karşılaşılan en önemli sorun, küçük mol kütleli maddelere yönelik kimyasal ve fiziksel temel kuram veya tekniklerin, iri ve karmaşık yapıdaki polimer molekülleri üzerine uygulanmasındaki güçlük olarak göze çarpmaktadır. [5]



[1] – Polimer Kimyası, Mehmet Saçak Giriş Bölümü
[2] -   (Kirilgan Nesneler, Tübitak  popüler bilim kitaplari, Pierre-Gilles de Gennes Jacques Bados, çev. Anahid Hazaryan, 2.Basim, Ocak 1999)
[3] –(Erhan Piskin, 1987).
[4] – Prof.Dr.Arif Altıntaş Organik Kimya Ders Notları
[5] - Polimer Kimyası, Mehmet Saçak Giriş Bölümü 

30 Kasım 2013 Cumartesi

TUZ (NaCl) BİLEŞİMİ VE ÜRETİM PROSESLERİ

TUZ VE ÇEŞİTLİ SODYUM BİLEŞİKLERİ

Kimya endüstrilerinde birçok sodyum tuzu yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bunların büyük bir kısmı doğrudan veya dolaylı olarak adi tuz yani sodyum klorürden üretilmektedir. Bu tuzların endüstrideki fonksiyonları daha çok anyonları bakımından olmaktadır. Dolayısıyla, bu tuzlarda sodyum iyonuna aktif olan bir anyonun taşıyıcısı olarak bakılabilir.

Bu bölümde, sodyum klorür başta olmak üzere bazı sodyum bileşikleri endüstriyel anlamda incelenecektir. Ancak sodyum bileşikleri bunlarla sınırlı değildir ve çeşitli özellikleri bakımından endüstriyel kimyanın başka bölümlerini oluştururlar. Örneğin, alkali endüstrileri, fosfat endüstrileri gibi. Bundan dolayı bazı önemli sodyum bileşikleri diğer bölümlerde detaylı olarak ele alınacaktır.


2.2. SODYUM KLORÜR VEYA ADİ TUZ

Adi tuz hem insan ve hayvan besininin çok önemli bir unsuru hem de tüm sodyum ve klorlu bileşiklerin ana ham maddesini oluşturmaktadır. Sodyum hidroksit, sodyum sülfat, sodyum karbonat, klorür asidi, sodyum fosfatlar, sodyum klorat ve sodyum klorit gibi birçok kimyasal bileşiğin temel başlangıç maddesidir. Pratik olarak üretilen klorun hemen tamamı sodyum klorürden sağlanmaktadır.

Bunların dışında bazı iyon değiştiricilerin rejenerasyonu ve organik kimyasal maddelerin hazırlanmasında sodyum klorürün birçok uygulamaları söz konusudur. Ayrıca, insanların günlük hayatında gıdaların hazırlanması ve korunmasında kullanılan çok önemli bir maddedir.

2.2.1. Tuz Üretim Yöntemleri

Sodyum klorür üretiminde kullanılan yöntemler kaynaklarına bağlı olarak dört grupta toplanabilir. Bunlar,

a. Kaya tuzu,
b. Deniz suyu,
c. Tuzlu göl suları,

d. Yapay veya doğal kuyu tuz çözeltileridir.


a) Kaya Tuzu

Kaya tuzunun çıkarılması kömür madenciliğine benzer yöntemler ile yapılır. Bunun için bir ana kuyu ile tuz yatağına inilir. Buradan açılan galerilerden alınan tuz parçaları yüzeye çıkarılır ve istenilen tane büyüklüğüne kadar kırıcılarda kırılır. Bu ilk kaba kırma işleminden sonra içinde bulunan safsızlıklardan temizlenir. Kaya tuzu içinde bulunan safsızlıkların en önemlisi kalsiyum sülfat veya alçı taşı (CaSO4 2 H2O) olmaktadır. İlk temizleme işleminden sonra kaya tuzu ikinci bir kırıcıdan geçirilerek satışa sunulur.


b) Deniz Suyundan Tuz Üretimi

Deniz suyu yaklaşık % 3,5 oranında sodyum klorür ihtiva etmektedir. Bu değer tuzun doygunluk değerinden çok düşüktür. Bu nedenle, iklimin uygun olduğu bölgelerde güneş enerjisi ile buharlaştırma (solar evaporasyon) yöntemi kullanılarak deniz suyu geniş havuzlarda buharlaştırılarak tuzun kristalizasyonu sağlanır. Buharlaştırmanın hızı havanın nemine, rüzgâr hızına ve absorblanan güneş enerjisi miktarına bağlıdır. Deniz suyunun bileşimi bölgelere göre değişirse de ihtiva ettiği tuzların % 99 dan fazlasını sekiz iyon oluşturmaktadır. Bunlar; % 54,8 klorür, % 30,4 sodyum, % 7,5 sülfat, % 3,7 magnezyum, % 1,2 kalsiyum, % 1,1 potasyum, % 0,3 karbonat ve % 0,2 bromürdür.

Birbirine geçişler ile bağlı olan çok geniş yüzeyli havuzlara (tuzla) alınan deniz suyu güneş ve rüzgârın etkisiyle buharlaştırılarak tuzun çökeceği derişikliğe kadar getirilir. Suyun arka arkaya girdiği ve buharlaştığı çeşitli havuzlarda çöken tuz ortamın Baume` dercesine, yani çözeltinin yoğunluğuna bağlı olarak değişik saflıkta olmaktadır. Örneğin, 25-27 oBe` arasında çöken tuz % 98 lik en temiz üründür. Bundan sonra 27-29 oBe` arasında çöken tuz ise % 92-95 lik olup, en fazla miktarda çöken kısımdır. Daha sonra tuzlama işlerinde kullanılacak olan kaba bir ürün elde edilir. Bu tür tuzlalarda deniz suyundan tuz üretimi aşamalarını şu şekilde özetlemek mümkündür.

·   Deniz suyunun ön buharlaştırma havuzlarına alınması
·   Bu havuzlarda Fe2O3, CaCO3 ve CaSO4 bileşiklerinin çökeltilmesi amacıyla ön buharlaştırma işleminin yapılması
·   Sodyum klorür doygunluk sınırına gelen çözeltinin üretim havuzlarına alınarak derişiklendirilmesi ve tuzun kristalizasyonunun sağlanması
·   Na2SO4 ve MgSO4 çökelmesi başlamadan çözeltinin üretim havuzlarından uzaklaştırılması
·   Üretim havuzlarında biriken tuzun sezon sonunda toplanması

Problem (2-1): Bir tuz çözeltisi 500 kg gelmektedir. Bu çözeltinin % 40 ının buharlaştırılması sonunda elde edilen çözelti % 20 lik olduğuna göre, ilk çözeltideki suyun % kaçı buharlaştırılmıştır?

Çözüm : Temel, 500 kg çözelti

Buharlaştırılan su miktarı
:  (40/100) 500
= 200 kg
Geriye kalan çözelti
:  500 - 200
= 300 kg
a) Kaya Tuzu

Kaya tuzunun çıkarılması kömür madenciliğine benzer yöntemler ile yapılır. Bunun için bir ana kuyu ile tuz yatağına inilir. Buradan açılan galerilerden alınan tuz parçaları yüzeye çıkarılır ve istenilen tane büyüklüğüne kadar kırıcılarda kırılır. Bu ilk kaba kırma işleminden sonra içinde bulunan safsızlıklardan temizlenir. Kaya tuzu içinde bulunan safsızlıkların en önemlisi kalsiyum sülfat veya alçı taşı (CaSO4 2 H2O) olmaktadır. İlk temizleme işleminden sonra kaya tuzu ikinci bir kırıcıdan geçirilerek satışa sunulur.


b) Deniz Suyundan Tuz Üretimi

Deniz suyu yaklaşık % 3,5 oranında sodyum klorür ihtiva etmektedir. Bu değer tuzun doygunluk değerinden çok düşüktür. Bu nedenle, iklimin uygun olduğu bölgelerde güneş enerjisi ile buharlaştırma (solar evaporasyon) yöntemi kullanılarak deniz suyu geniş havuzlarda buharlaştırılarak tuzun kristalizasyonu sağlanır. Buharlaştırmanın hızı havanın nemine, rüzgâr hızına ve absorblanan güneş enerjisi miktarına bağlıdır. Deniz suyunun bileşimi bölgelere göre değişirse de ihtiva ettiği tuzların % 99 dan fazlasını sekiz iyon oluşturmaktadır. Bunlar; % 54,8 klorür, % 30,4 sodyum, % 7,5 sülfat, % 3,7 magnezyum, % 1,2 kalsiyum, % 1,1 potasyum, % 0,3 karbonat ve % 0,2 bromürdür.

Birbirine geçişler ile bağlı olan çok geniş yüzeyli havuzlara (tuzla) alınan deniz suyu güneş ve rüzgârın etkisiyle buharlaştırılarak tuzun çökeceği derişikliğe kadar getirilir. Suyun arka arkaya girdiği ve buharlaştığı çeşitli havuzlarda çöken tuz ortamın Baume` dercesine, yani çözeltinin yoğunluğuna bağlı olarak değişik saflıkta olmaktadır. Örneğin, 25-27 oBe` arasında çöken tuz % 98 lik en temiz üründür. Bundan sonra 27-29 oBe` arasında çöken tuz ise % 92-95 lik olup, en fazla miktarda çöken kısımdır. Daha sonra tuzlama işlerinde kullanılacak olan kaba bir ürün elde edilir. Bu tür tuzlalarda deniz suyundan tuz üretimi aşamalarını şu şekilde özetlemek mümkündür.

·   Deniz suyunun ön buharlaştırma havuzlarına alınması
·   Bu havuzlarda Fe2O3, CaCO3 ve CaSO4 bileşiklerinin çökeltilmesi amacıyla ön buharlaştırma işleminin yapılması
·   Sodyum klorür doygunluk sınırına gelen çözeltinin üretim havuzlarına alınarak derişiklendirilmesi ve tuzun kristalizasyonunun sağlanması
·   Na2SO4 ve MgSO4 çökelmesi başlamadan çözeltinin üretim havuzlarından uzaklaştırılması
·   Üretim havuzlarında biriken tuzun sezon sonunda toplanması

Problem (2-1): Bir tuz çözeltisi 500 kg gelmektedir. Bu çözeltinin % 40 ının buharlaştırılması sonunda elde edilen çözelti % 20 lik olduğuna göre, ilk çözeltideki suyun % kaçı buharlaştırılmıştır?

Çözüm : Temel, 500 kg çözelti

Buharlaştırılan su miktarı
:  (40/100) 500
= 200 kg
Geriye kalan çözelti
:  500 - 200
= 300 kg

Çözeltideki tu miktarı
:  (20/100) 300
=  60 kg
İlk çözeltideki su miktarı
:  500 - 60
= 440 kg
Buharlaşan su yüzdesi
:  (200/440) 100
= % 45,45


c) Tuzlu Göl Suları

Tuzlu göllerden tuz üretiminde de gene güneş enerjisinden yararlanılarak, deniz suyunda olduğu gibi tuzlalarda üretim yapılmaktadır. Ancak tuz oranı yüksek olan göllerde modern tuzlaların yanı sıra yaz aylarında meydana gelen hızlı buharlaşma sonunda gölün seviyesi düşmekte ve doğal olarak kenarlarda tuz kristalizasyonu olmaktadır. Gerek tuzlalarda üretilen tuz gerekse doğal olarak biriken tuz depolanarak rafine edilmektedir.


d) Yapay veya Doğal Kuyu Çözeltileri

Kaya tuzu yatağına bir sondaj işlemiyle kuyu açılır ve tuzlu kısma su pompalanır. Elde edilen doymuş çözelti yukarıya çıkarılır ve daha sonra saflaştırma işlemleri uygulanır. Kuyuların hazırlanmasında, tuz yatağına bir seri kuyu açılır ve su bir kuyu içinden gönderilir. Birbirine yakın olan iki kuyu arasındaki tuzu çözen su doygun çözelti halinde birincisine bağlı kuyulardan dışarı alınır. Bu şekilde çalışma verimliliği artırmaktadır. Aslında, derin olmayan kuyulara suyu bir borudan pompalayıp tuzlu çözeltinin diğer borudan çıkarıldığı yöntem yıllardır kullanılmaktadır.

Problem (2-2): % 10 sodyum klorür ihtiva eden bir çözelti bulunmaktadır. Bu tuz çözeltisi % 16 lık oluncaya kadar buharlaştırılmaktadır.

a)  Buharlaşan su çözeltinin % kaçına karşılık gelmektedir?
         b) 100 kg çözeltiden buharlaştırma sonunda kalan derişik çözeltiye 7,5 kg katı NaCl                                                                         eklenirse yeni çözelti % kaçlık olur?

Çözüm : Temel, 100kg orijinal çözelti

a) Çözeltideki tuz miktarı
:
=  10 kg
 Buharlaşan su miktarı
:
=  X kg
    Derişik çözelti miktarı
:
=  (100-X) kg
    Tuz balansı
:  (16/100) (100 - X) = 10

    Buharlaşan su miktarı (X)
:
=  37,5 kg
    Yüzde ağırlık azalması
:
=  % 37,5



b) Yeni çözeltideki tuz miktarı
:  10 + 7,5
=  17,5 kg
    Yeni çözelti miktarı
:  100 - 37,5 + 7,5
=  70 kg
               Tuz yüzdesi
:  (17,5/70) 100
=  % 25



. Tuzun Rafinasyonu

Tuz çözeltilerinin kristallendirilmesindeki güçlük, tuzun çözünürlüğünün sıcaklıkla pek fazla değişmemesinden kaynaklanmaktadır. Doygun çözeltideki sodyum klorür miktarının sıcaklığa bağlı olarak değişimi Şekil-2.1 de verilmiştir. Bundan dolayı, derişik sodyum klorür çözeltilerinin yalnızca soğutulması ile kristallenme sağlanamaz. Sıcak çözeltinin buharlaştırılması sonucu çözücü azalmasından dolayı tuz çökerek ayrılabilir. Dolayısıyla kristellendirme ancak bir buharlaştırma işlemi ile geçekleştirilir.
               

Sıcaklık (oC)
 
 
Şekil-2.1 Sodyum klorürün çözünürlüğü


Rafine tuz elde etmek için hazırlanan doygun tuz çözeltileri, doğrudan evaporatörlere gönderilebilirse de, doğal tuz çözeltileri veya yeraltı madenciliği ile kuyulardan elde edilen doygun tuz çözeltilerine buharlaştırma işlemi uygulanmadan önce içindeki safsızlıklardan temizlemek için bir ön temizleme işlemi uygulanmalıdır. Tuzlu sularda bulunan safsızlıklar ya tuz yataklarının oluşumu sırasında tuzla birlikte kristallenen CaSO4, CaCO3 ve Fe2O3 bileşikleri, ya tuz kristalleri arasında kalan MgCl2, MgSO4 vs. gibi kolayca çözünen bileşikler ya da kükürtlü bileşiklerden kaynaklanan ve tuzlu suda çözünmüş olarak bulunan H2S gazıdır.

Belirtilen safsızlıklar analitik yöntemler ile ortamdan uzaklaştırıldıktan sonra tuzlu sulara uygulanan buharlaştırma işlemlerini iki grupta toplamak mümkündür. Bunlardan ilki, tuzlu suların direkt veya indirekt ısıtılan tavalarda buharlaştırılması işlemidir. Bunun çok çeşitli uygulamaları bulunmaktadır.

İkinci yöntem ise, vakum evaporatörlerinde buharlaştırma işlemidir. Çalışma prensibi aynı olmasına rağmen, teknik donanımları birbirinden farklı olan birçok evaporatör tipleri geliştirilmiş ve endüstride uygulanmaktadır. Şekil-2.2 de bir vakum buharlaştırma sistemi gösterilmiştir. Bu vakumlu buharlaştırıcının asıl kısmı tuzlu çözeltinin vakumda buharlaştırılmasıyla derişiklendirildiği borulu bir kazandır. Ayrılan tuz kristalleri A kısmında toplanır ve zaman zaman R anahtarı yardımıyla B kısmına aktarılır. Burada tuzlu su ile yıkanan tuz kristalleri B kısmında vakumun kaldırılmasıyla dışarı alınır. Tabanda biriken tuzlu çözelti (salamura) tekrar buharlaştırma kazanına devrettirilir. 


Kesikli sistemle çalışan bir indirekt ısıtmalı açık tavada % 15 NaCl içeren çözeltiden 60 ton işlenmektedir. Bu sırada çözeltideki suyun % 90 nı buharlaştırılıp, çöken tuz kristalleri 90 oC de ayrılmaktadır. İşlem sonunda elde edilen NaCl miktarını hesaplayınız. Bu sıcaklıkta tuzun çözünürlüğü
27,8 g /100 g çözelti olarak verilmiştir.

Çözüm : Temel, 60 000 kg çözelti

Çözeltideki tuz miktarı
(15/100) 60000
9000 kg
Çözeltideki su miktarı
:  (85/100) 60000
=  51000 kg
Buharlaşan su miktarı
:  (90/100) 51000
=  45900 kg
Kalan su miktarı
51000 - 45900
=  5100 kg

Buharlaştırma işlemi sonunda ayrılan NaCl miktarı X kg olsun. Bu durumda 90 oC de verilen çözünürlük değeri göz önüne alınarak şu eşitlik yazılabilir.
TUZ/ÇÖZELTİ= 27,8/100=9000-X/60000-45900-X= 9000-X/14100-X


391980 – 27,8 X = 900000 – 100 X
                                                   
X = 7036,3 kg


17 Kasım 2013 Pazar

Proteinlerin Kantitaif Tayini

Proteinler bir çok fonksiyonu gerçekleştiren önemli biyomoleküllerdir.

Proteinlerin önemli görevleri arasında ;
-Enzimatik kataliz (enzimler)
-Taşıma (hemoglobin)
-Depolama (ferritin)
-Yapı ve destek gibi mekanik fonksiyonlar (kollagen)
-Hareket (aktin ve miyosin)
-Koruma (antikorlar)
-Düzenleme (hormonlar ve reseptörler)
-Gen regülasyonu (represörler)               sayılabilir.

Proteinler birçok şekilde sınıflandırılabilir. Örneğin proteinler yapısal içeriklerine göre basit proteinler ve bileşik proteinler olmak üzere ikiye ayrılır. Histonlar gibi basit proteinler sadece aminoasitlerden olusurken ; hemoglobin ve miyoglobin gibi bileşikler aminoasitler ve aminoasit harici yapılar içerirler.
Proteinler konformasyonlarına göre de sınıflandırılabilirler.
Konformasyonlarına göre proteinler fibröz proteinler, globüler proteinler ve fibroglobüler proteinler olmak üzere 3 ana sınıfa ayrılabilir. Kollagen ve keratin gibi fibröz proteinler ipliksi yapıdadırlar, suda ve seyreltik tuz çözeltilerinde çözülmezler, genellikler destek ve yapı gibi mekanik fonksiyonlara sahiptirler.
Enzimler ve hemoglobin gibi globüler proteinler küresel veya küreye yakın yapıdadırlar, suda ve seyreltik tuz çözeltilerinde çözünürler ve enzimatik kataliz,taşıma gibi dinamik fonskiyonlara sahiptirler.
Fibrinogen ve miyozin gibi fibroglobüler proteinler ise ipliksi yapıda olmalarına rağmen suda ve seyreltik tuz çözeltilerde çözünürler ve çeşitli fonksiyonlara sahiptirler.

Bir numunedeki protein miktarının tayini için bir çok metot vardır. Kjeldahl Metodu, Warburg Metodu (UV Absorbsiyon metodu), Comassie-Blue Metodu (Bradford Metodu), Biüret Metodu ve Folın-Lowry Metodu bu metodların en önemlilerindendir.

Kantitatif protein tayin metodlarının en eskilerinden birisi, protein yapısındaki azot mikarını ölçmeye yarayan ve yüksek miktarlardaki numunelerin çalısılmasını gerektiren Kjeldahl Metodudur.

Azot analiz yöntemleri genelde dört önemli azot formu ile ilgilidir. Bunlar amonyak azotu, nitrat azotu, nitrit azotu ve organik azot formları olup yüzeysel sularda ve kirletilmiş sularda ölçülmesi gereken azot şekilleridir.
Organik azot analizinde genelde Kjeldahl metodu uygulanır. Özel proses atığı  sularda evsel atıklarda olan polipeptit ve aminoasitler bu yöntemle analizlenebilir.
Yöntemde çeşitli oksitleyici koşullarda organik bileşikteki azotu NH3’ e dönüştürmekle işe başlanır. Oksidasyon derişik H2SO4 ile bu asidin kaynama  noktasının üzerindeki bir sıcaklıkta 340 °C yapıldığından asidin K.N.’nın K2SO4 potasyum sülfat eklenerek yükseltilmesi gerekmektedir.
Reaksiyonun bitmesi suyun buharlaşıp, sülfrik asit buharlarının çıkmaya başladığından, organik maddelerin parçalanarak karbondioksit olarak çıkmasından 20 dk sonra (bulanıklığın giderek berraklaşması) olur. Bu durumunda tüm azotlu bileşikler NH3’ e dönüştüğünden, önce H2SO4 ‘ün fazlası fenolftalein indikatörü
kullanılarak nötralize edilir.
Daha sonra pH 7 civarında suda kalan amonyak azotu normal amonyak tayin yöntemi ile belirlenir.

Yukarıda bahsedilen diğer metodlar ise ışığı absorplayabilen spesifik amino asit yan gruplarını, peptid bağlarını veya proteine özel bir boyaya bağlanmayı gerektiren spektrofotometrik işlemlere dayanmaktadır.
Spektrofotometrik işlemler protein çözeltisinin UV absorbsiyonunun ölçülmesine veya çözeltideki protein ile bir reaktifin reaksiyonu sonucunda oluşan renkli bir bileşiğin absorbiyonunun görünür bölgede ölçülmesine dayanır.

Warburg Metodu, kromatografik işlemlerden elde edilen elüatlarda bulunan protein miktarını 280nm dalga boyunda UV/Visible spektrofotometre ile dogrudan ölçmeye dayanır.
Kantitatif protein tayinlerinde en sık kullanılan metodlar Comassie-Blue ile Biüret metodlarıdır.
Comassie-Blue metodu , proteine bağlanan Comassie-Blue boyasının 595 nm' de verdiği absorpsiyonun spektrofotometrik olarak ölçülmesine dayanır.

Biüret Metodu , alkali ortamda Cu(+2) iyonunun iki peptid molekülü ile verdiği renkli kompleksin 546 nm' de verdiği absorbansın spektrofotometrik olarak ölçülmesine dayanır.
1-20 mg/ml hassasiyette çalışan bu yöntem, alkali koşullar altında Cu2+ iyonlarının amonyum,aminoasitler, peptidler, proteinler ve biüretler gibi amonyumlu bileşiklerle mavi-mor renkli kompleks oluşturması esasına dayanır. Protein ve peptidlerde iki peptid bağı oluşumuna katılan 4 azot atomu ile biüret ayıracından gelen Cu2+nin renkli kompleks oluşturması esastır. Oluşan bu kompleks 540-560 nm dalga boyunda maksimum absorbans verir.
Biüret bileşiği yapı olarak peptid bağına benzer bir maddedir ve Cu2+iyonları ile proteinlerin verdiği reaksiyona benzer bir renkli kompleks oluşturur. Bu nedenle kullanılan yönteme Biüret Yöntemi, Cu2+içeren çözeltiye de Biüret Ayıracı adı verilir.
Amino asitler ve dipeptidler Biüret Metodunda kullanılan Biüret Reaktifi ile reaksiyon vermezler.

Folin -Lowry Metodu, alkali koşullar altında Biüret reaksiyonu ve aromatik aminoasitlerin (Tirozin,Triptofan) Cu2+ katalizli oksidasyonundan sonra, ayıraçta bulunan Fosfomolibdik, Fosfotungstik asit ile heteropolimolibden mavisine indirgenmeyi içeren Folin-Ciocalteu reaksiyonunun bir kombinasyonudur.Koyu mavi renk oluşumu karakteristiktir ve 750 nm dalga boyunda maksimum absorbans verir. Yöntem çok duyarlıdır (5 mg/ml), ancak pH’ya bağımlıdır.

3 Kasım 2013 Pazar

Tampon Çözeltiler

Kimyada belli pH’lardaçözelti hazırlamak ve bunu uzun süre kullanmak çok önemlidir. Ancak bu çözeltilerin saklanmasıhazırlanmasından daha zordur.
Bu tür çözeltiler HCl gibi kuvvetli asitlerden veya NaOH gibi kuvvetli bazlardan hazırlandığında havadaki CO2 ten veya bulundukları cam kaplardan dahi kolaylıkla etkilenerek pH’ları değişir.

Örneğin çözeltinin hava ile temas etmesiyile havadaki karbondioksiti soğurur ve pH düşer. Bu çözelti cam kaplarda saklandığında, camın eser halde de olsa çözünmesi pH yükselmesine neden olur.
􀂆Az miktarda asit veya baz eklenmesinden bile önemli ölçüde etkilenmeyen çözeltilere tampon çözeltiler denir.
􀂆Tampon çözeltiler, zayıf bir asit veya baz ile bunun tuzundan hazırlanır.

Tampon Çözeltilerin birden fazla mevcut tanımları bulunmaktadır.
Tampon Çözelti: Konjuge asit-baz çiftinin bulunduğu ve pH değişmelerine karşı direnç gösteren çözeltilere denir.
􀂆Zayıf bir asit-kuvvetli bir baz veya zayıf bir baz kuvvetli bir asit titrasyonlarında (karışımlarında) konjuge asit/baz çifti içeren tampon çözelti oluşur.
􀂆Zayıf bir asit olan asetik asit ve sodyum asetat çözeltileriyle hazırlanmış bir tampon çözelti düşünelim. Buradaki denge ve denge bağıntısı aşağıdaki gibi yazılabilir.
􀂆Bu bağıntıda da [H+] yalnız bırakırsak yandaki bağıntı elde edilir.


Bu bağıntı asetik asit çözeltisinde [H+] derişiminin K sabitine ve ayrışmamış asetik asit derişiminin, çözeltideki toplam asetat iyonu değişimine bağlı olduğunu gösterir.
􀂆Başlangıçtaki asetik asit ve sodyum asetat derişimlerinin birbirine eşit olduğu (Mesela her ikisinin de 0,1 olduğu) özel bir durumu düşünelim.
􀂆Bu durumda bağıntıdaki [CH3COOH]/[CH3COO-] oranı“1”e eşit olacağından [H+] derişimi doğrudan
[H+] = K olur.

􀂆Dolayısıyla [CH3COOH] / [CH3COO-] oranı 1’den çok farklı olmadığımüddetçe çözeltinin pH’ında önemli bir değişiklik olmaz.
􀂆Çünkü böyle bir çözeltiye az miktarda asit eklenirse, denge sol yöne kayar ve fazla miktardaki asetat iyonları ile hemen asetik asit molekülünü meydana getirir.
􀂆Bir başka deyişle eklenen asitin etkisi azalır.
􀂆Öte yandan aynı çözeltiye hidroksit iyonları eklenirse bu ortamdaki hidrojen iyonlarını nötürleştirir.
􀂆Ancak denge sağ yana kayar ve aşırı miktarda asetik asit molekülleri hemen iyonlaşarak tekrar hidrojen iyonları meydana getirir.

30 Mayıs 2013 Perşembe

GAZLARIN DİFÜZYONU

GAZLARIN DİFÜZYONU DENEYİ



Amaç: Oda koşullarında sabit sıcaklık ve basınçta gazların difüzyonunu incelemek, teori ile uygunluğunu gözlemlemek.

Deneyde Kullanılan Maddeler ve Malzemeler:Derişik amonyak, NH3, Derişik didroklorik asit, HCl Damlalık (2 adet), Cam kalemi, Cam boru (1,5-2,5 cm çapında 40-50 cm boyunda) Spor ve kıskaç
mantar veya lastik tıpa (2 adet cam boru ağzına uygun), Pamuk ,Cetvel, Eldiven ve pens

Teorik Bilgi: Difüzyon (yayılma): Gaz molekülleri birbiriyle sık sık çarpıştığı için devamlı yön değiştirir ve bu yüzden zikzak hareketi yaparlar. Bir gaz molekülünün belirli yöndeki net hızı ortalama hızına bağlıdır.İki veya daha fazla gaz, sıcaklık (Ek) ve (Molekül) kütlelerine bağlı olarak bir hacim içinde kısa sürede homojen olarak karışabilirler. Bu olaya Difüzyon adı verilir.
Aynı nedenle gaz molekülleri bulundukları kapalı hacimlere bir delik açılırsa yine bulundukları hacimle dışarısı arasındaki basınç farkına, sıcaklığa (Ek) ve (Molekül) Kütlelerine bağlı olarak delikten dışarı kaçar ki bu olaya da Efüzyon (Dışa Yayılma) adı verilir.
Bu olaylar GRAHAM DİFÜZYON YASASI ile ifade edilir:

Graham’ın Yayınım Yasasına göre, bir gazın ortalama yayınım hızı (V) nicel olarak, gazın mol kütlesinin (M) yada yoğunluğunun (d) kareköküyle ters orantılıdır.

Matematiksel tanımı ise:
Aynı basınç ve sıcaklıkta farklı iki gazın molekülleri aynı kinetik enerjiye sahiptir.

Ek1 = Ek2                    1/2 m1 v1(2) = 1/2 m2 v2(2)

 m1 V1(2) = m2 V2(2)


Bu eşitlikte m2 / m1 molekül kütleleri oranı molekül ağırlıkları oranı ile aynıdır. Avagadro sayısı (N0) kadar molekül bir mol olduğundan;

V1 / V2 = √[(m2No) / (m1No)] = √ (M2/M1) = √ (d2 / d1) (d = m/v)

Graham yasası bir elementin izotoplarının ayrılmasında kullanılır. Doğal uranyum % 0,7 235U ve % 99,3 238U izotopu içermektedir.

Difüzyon Hızına Etki Eden Faktörler: 
Molekül (Mol) kütlesi: Aynı sıcaklıkta bulunan gazların birim kütlelerinin kinetik enerjileri eşit olacağından difüzyon hızları molekül kütleleri ile ters orantılıdır.
Yoğunluk: Molekül kütlesi büyük olan gazın yoğunluğu da büyük olacağından difüzyon hızları yoğunlukları ile ters orantılı olur.
Sıcaklık: Bir gazın sıcaklığı arttırıldığında iç enerjisi artar, doayısıyla moleküler düzeyde kinetik enerjisi ve difüzyon hızı artar.


Sonuç ve Yorum: Difüzyon düzensiz bir yayılma şeklidir. Bir gazın difüzyon hızı molekül ağırlığının karekökü ile ters orantılıdır.

29 Mayıs 2013 Çarşamba

1. GRUP KATYONLARININ NİTEL ANALİZİ

1. GRUP KATYONLARININ NİTEL ANALİZİ


Deneyin Amacı: Verilen örnek çözelti içerisindeki 1. Grup katyonlarının ayrılması ve tanınması.

Teorik Bilgi: 

Bir maddenin içinde nelerin var olduğunun araştırılması işlemine nitel analiz, ne kadar var olduğunun araştırılması işlemine nicel analiz denir. Nitel analitik kimya "hangi?, Ne?" sorusuna yanıt ararken nicel analitik kimya "Ne kadar?" sorusuna yanıt arar.

Kimyasal analiz: bir örnekteki bileşenleri ve bileşenlerin konsantrasyonlarını bulmak için yapılan işlemin genel adıdır.
Kantitatif analiz: Titrimetrik ve gravimetrik analiz.
Kalitatif analiz: Renk, koku, yoğunluk, reaktiflik, kırılma indisi, çözünürlük, kaynama ve erime noktası,
Analit: Bir numunedeki tayin edilecek bileşenlerin ortak adıdır.
Numune: Bir maddeden (örnekten) analiz edilmek üzere alınan temsili kısım.

Numuneler Analizlenir, Maddeler Tayin Edilir.
Pozitif yüklü iyonlar olan katyonların gruplandırılarak tanınmasına katyonların sistematik nitel analizi denir.
Katyonların gruplandırılması klorür, sülfür, hidroksit, karbonat ve fosfat tuzlarının çözünürlüklerinin farklı olması temeline dayanır.

1.Grup katyonları, klorürleri soğuk seyreltik asitlerde çözünmeyen Ag+, Hg2+2 ve Pb+2 katyonlarını içerir ((AgCI, PbCI2, Hg2CI2).). Gümüş grubu klorürlerin çözünürlük çarpımı (Kçç) değerleri ve çözünürlükleri (Ç) aşağıda verilmiştir. verilmiştir.


Yukarıdaki değerlerden de görüldüğü gibi, PbCl2 ün çözünürlüğü AgCl’nin çözünürlüğünden yaklaşık bin kat, Hg2Cl2’den ise yaklaşık yüz bin kat daha fazladır. Çöktürücü anyonun fazlalığı durumunda, bu çözünürlüklerinin ortak iyon etkisi nedeniyle daha da azalacağı açıktır. Bu da AgCl ve Hg2Cl2’ün çöktürme ortamında hemen hemen tamamen çökeceğini, PbCl2’ün ise çoğu zaman tam olarak çökmeyeceğini ve düşük derişimlerde olduğunda ise hiç çökmeyebileceğini gösterir.

1.Grup katyonları klorürleri olarak diğer gruplardan ayırdıktan sonra, tek tek tanınabilmesi için bazı özelliklerinin bilinmesi gerekir.

Örneğin; PbCl2, AgCl ve Hg2Cl2’den sıcak suda daha çok çözünmesi ile ayrılabilir. PbCl2’ün 0ºC ve 100ºC sıcaklıklarında sudaki çözünürlükleri sırasıyla 0.673 g/100 mL ve 3,34 g/100 mL olup 100ºC deki çözünürlük değeri 5 kat daha büyüktür. Fakat yine de bir miktar PbCl2 çözünmeden AgCl ve Hg2Cl2 ile birlikte kalabilir ve bu nedenle Ag+ve Hg22+ katyonlarının tanınmasını zorlaştırabilir.
AgCl ise Hg2Cl2’den amonyakta çözünerek, çözünür Ag(NH3)+ kompleks iyonunu oluşturması ile ayrılabilir. NH3 aynı zamanda Hg2Cl2 ile her ikisi de suda çözünmeyen metalik civa (Hg, siyah) ile civa (II) amino klorürü (HgNH2Cl, beyaz) oluşturarak Hg22+ katyonunun çözeltideki siyahlaşma ile tanınmasını da sağlar.

Deneyin Yapılışı:
1.Grup katyonlarının çöktürülmesi:
1. Analizi yapılacak çözeltiden 10 damla alınarak üzerine, 3M HCl çözeltisinden 3–4 damla eklenir, iyice karıştırılır ve santrifüjlenir (HCl in az miktarda fazlası, ortak iyom etkisi nedeniyle 1.grup klorürlerinin daha iyi çökmesini sağlar. HCl ya da Cl- iyonunun fazla miktarda eklenmesi ise çözünür AgCl32- ve PbCl42- komplekslerinin aşağıdaki tepkimeler sonucu oluşmasını sağlar.)

AgCl(k) + 2Cl- →AgCl3(2-)
PbCl2(k) + 2Cl- →PbCl4(2-)

2. Çökmenin tam olup olmadığını anlamak için üstteki çözeltiye, bir damla daha 3M HCl çözeltisi damlatılır. Yeniden çökelek olursa çözelti bir kez daha santrifüjlenir ve çökelek ile çözelti ayırılır.
3. Tüpte kalan çökelek, 1 damla 3M HCl içeren 10 damla soğuk su ile yıkayıp yeniden santrifüjlenir ve yıkama suyunu atılır. (PbCl2 yıkama sırasında önemli ölçüde çözünebilir. Ortak iyon etkisi PbCl2 ‘ün çözünürlüğünü azaltacağından yıkama suyuna HCl eklenir)

Pb2+ + 2Cl- ↔ PbCl2 (k)beyaz

Ag+ + Cl- ↔ AgCl (k)beyaz

Hg22+ + 2Cl- ↔ Hg2Cl2 (k)beyaz

Çökelek 1: Elde edilen beyaz çökelek, PbCl2, AgCl ve Hg2Cl2 olabilir. Bu çökelek 2. işlemde Pb2+ katyonunun ayrılması ve tanınmasında kullanılacaktır.

Çözelti 1: 2–5. grup katyonlarını içerebileceğinden bu grupların analizi için saklanacaktır.


Pb2+ katyonun ayrılması ve tanınması:
4. Çökelek 1’in üzerine, 6–7 damla damıtık su eklenerek, kaynar su banyosunda 4–5 dakika karıştırarak ısıtılır.

5. Karışım sıcakken derhal santrüfüjlenerek, çözelti hemen dikkatle ayırılmalıdır. (PbCl2 sıcak suda oldukça iyi çözünmesine karşın, çözelti soğuduğunda çöker. Pb2+ iyonu için deneyin çoğu kez yanlış çıkması, bu nedenledir).

6. Çökelekte PbCl2 kalmaması için, çökelek iki kez daha sıcak suyla yıkanır.

7. Yıkama suyundan alınan 1 damla çözeltiye, 1 M K2CrO4 çözeltisi damlatılır.

8. Çökelek oluşmazsa, çökelekte PbCl2 yok demektir. Çökelek oluşursa, çökelek oluşmayana dek yıkama işlemini sürdürülür.

Çökelek 2: AgCl ve Hg2Cl2 içerebilir ve 3. işlemde Ag+ ile Hg22+ katyonlarının ayrılması ve tanınmasında kullanılacaktır.

Çözelti 2: PbCl2 içerebilir ve Pb2+ katyonunun tanınmasında kullanılacaktır.
Pb2+ katyonun tanınması:

9. Çözelti 2’nin bir kısmına, 4 damla 1 M K2CrO4 çözeltisi eklenir. Oluşan Sarı Çökelek Pb2+ katyonun varlığını gösterir.

10. Çözeltinin diğer kısmına ise, birkaç damla 3 M H2SO4 çözeltisi eklendiğinde oluşan Beyaz Çökelek Pb2+katyonun varlığının diğer bir kanıtıdır.

Pb2+ + CrO42- ↔ PbCrO4 (k)sarı

Pb2++ SO42- ↔ PbSO4 (k)beyaz


Ag+ ile Hg22+ katyonlarının ayrılması ve Hg22+katyonunun tanınması:

11. Çökelek 2 üzerine, 10 damla 3M NH3 çözeltisi eklenerek iyice karıştırılır

12. Santrifüjlenerek çökelek ile çözelti ayrılır.

Hg2Cl2 (k) + 2 NH3 ↔ Hg (s)+ HgNH2Cl (k) + NH4+ + Cl-Siyah beyaz

AgCl (k) + 2 NH3 ↔ Ag(NH3)2+ +Cl-

Çökelek 3: Oluşan Siyah ya da Gri Çökelek, Hg (s) ile HgNH2Cl (k) karışımıdır ve Hg22+ katyonu varlığını gösterir.
Çözelti 3: Ag(NH3)2+ ve Cl- iyonlarını içerebilir ve 4. işlemde Ag+ katyonunun tanınmasında kullanılacaktır.

Ag+ katyonunun tanınması:
13. Çözelti 3’ün bir kısmı, 3 M HNO3 çözeltisi ile asitlendirilir. Oluşan beyaz çökelek Ag+ katyonu varlığını gösterir. (Çözeltinin asidik olup olmadığı turnusol kâğıdı ile denetlenmelidir. Ag(NH3)2+ nin AgCl e dönüşmesi için çözelti asidik olmalıdır. Çözelti asidik değilse çözeltide Ag+ iyonları bulunmasına karşın çökelek gözlenemez).

Ag(NH3)2+ + Cl- + 2H3O+ ↔ AgCl (k) + 2NH4+ + 2H2O
beyaz

* Bilinmeyen örnek ile aynı işlemleri yineleyin.


Asit - Baz Reaksiyonları ve PH Tayini (Titrasyon)





Kömürün Hardgrove Yöntemiyle Tayini


Kömürün Hardgrove Yöntemiyle Tayini

Amaç:

Bu standart, kömürün öğütülebilirliğinin hardgrove yöntemiyle tayinine dairdir.

Kapsam
Bu standart, kömürün öğütülebilirliğinin hardgrove yöntemiyle tayinini ve deney aygıtlarının kalibrasyonu ile standart referans kömür numunelerinin hazırlanmasını kapsar.


Kömürün Öğütülebilirliğinin Hardgrove Yöntemiyle Tayini

Deneyde Kullanılan Araç ve Gereçler
Terazi: 0.01 gr doğrulukla 100 gr' a kadar tartabilen.
Terazi: 1 gr doğrulukla 1500 gr' a kadar tartabilen.

Deney Elekleri: TSE 1227 (veya ASTM ) de özellikleri belirtilen tel örgülü eleklerden R 20/3 cinsinden bir dizi ile kapak ve elek altı.

Koruyucu Elek: Koruyucu elek, deney eleklerine yuvarlanabilir özellikte ve 16 mm ile 19 mm elek açıklıkları arasında yuvarlak veya kare delikli olmalıdır. Yuvarlak delikli metal levhadan yapılmış elek tercih edilmelidir. Standart tel örgülü elek kullanıldığında , bu eleğin, deney eleği olarak kullanılmayacağı belirtilir ve üzeri işaretlenir.

Mekanik Eleme Aygıtı: Kapak ve elek atı ile birlikte, düşey olarak yuvarlanmış 200 mm çapında bir dizi eleği (TSE 1227) alabilen mekanik bir eleme aygıtıdır. Aygıt, elle eleme hareketini taklit edebilmelidir. Bu işlemde, 25 mm - 30 mm genlik ve yaklaşık 300 dev/dk hızla yatay salınım hareketi ve salınım halindeki bu elek düzenine, 1.9 kg kütlenin 25 mm yükseklikten yerçekimi etkisini yaklaşık olarak dakikada 150 darbeyle düşürmesi sağlanır. Alternatif olarak kapak ve elek altı ile birlikte yuvarlanmış elek dizisi mekanik eleme aygıtının çalışma düzenine benzer olmak koşuluyla bir elektromanyetik aygıt kullanılarak titreşim sağlanabilir.

Kırıcı: 5.00 mm tane büyüklüğündeki kömür tanelerini, en az miktarda 560 mm' den ince malzeme verecek biçimde 1.25 mm tane büyüklüğüne öğütülebilecek diskli bir kırıcı disk yüzeyleri ve 200 mm çapında olmalıdır. Diskler arasında açıklık ayarlanabilir olmalı ve birbirine göre dönme hızı 200 dev/dk' yı geçmelidir. Merdaneli veya darbeli kırıcılar kullanılmamalıdır.

Öğütülebilirlik Aygıtı: Öğütülebilirlik aygıtı şekil 1 de gösterildiği gibi olmalıdır. Aygıt, çelik veya sertleştirilmiş çelikten yapılmış ve içinde 25.4 mm çapında 8 adet bilyenin hareketi için yatay yuva bulunan hareketsiz bir öğütme çanağı içermektedir. Bilyeler, 19-21 dev/dk hızda dönen bir üst öğütme halkası tarafından tahrik edilecektir. Üst öğütme halkası, çanağın yapıldığı malzemeden yapılmalı ve elektrik motoruna bağlı bir devir düşürücü dişli sistemiyle tahrik edilen bir mile bağlanmalıdır. Bilyelerin üstüne üst halka nedeniyle dişli , yük ve milin toplamı olarak 284 N ± 2 N (yaklaşık 29 kg 0.2 kg' lık kütle) düşey kuvvet sağlamak için mile bir ağırlık eklenmelidir.

Aygıtı, 60 ± 0.25 devirde durdurmak için otomatik bir durdurma düzeni ve devir sayacıyla donatılmalıdır. Aygıt, hardgrove indeksinin tayininde kullanılmadan önce uluslar arası standart referans kömür numunelerine göre kalibre edilmelidir.

Numune Alma
Numune alma ve hazırlama işlemi TS 2390' a (ASTM' ye ) göre yapılmalıdır. Ancak ön kırma 10 mm yerine5.00 mm' ye yapılmalıdır. Tam numuneden TS 2390 ve TS 3083' te belirtilen numune bölücülerden uygun olanı kullanılarak 1 kg son numune hazırlanmalıdır.

Numunenin Hazırlanması
Son numune 24 - 48 saat süre ile havada kurutulmalı ve ağırlığı en yakın gr' a kadar tayin edilmelidir.

Kurumuş numune 200 gr' lık parçalar halinde, üst eleğin 1.12 mm ve alt eleği 560 mm elek açıklığında olan yuvalanmış elek dizisiyle eleme aygıtına yerleştirilir ve 2 dk süreyle elenir. 1.12 mm elek açıklığı eleğin üstünde kalan numune yalnız en büyük taneleri kırmak için ayarlanmış bir kırıcıyla kırılır ve kırılmış numune tekrar 2 dk süre ile elenir. Elek üstü tekrar en büyük taneyi kırmak için ayarlanmış kırıcıyla kırılır. Kırma ve eleme işlemlerine tüm numune 1.12 mm elek açıklıklı elekten geçene kadar devam edilir. 560 mm elek altı atılır, 1.12 mm elek altına geçen ve 560 mm elek üstünde kalan kömür en yakın gr' a kadar tartılır. Bu tane büyüklük sınırlarında kalan kısım son numunenin %50 sinden az ise elde edilen numune atılarak tam numuneden tekrar 1 kg son numune alınarak numune hazırlama işlemi tekrarlanır.

Elde edilen 1.12 mm - 560 mm tane büyüklüğü sınırları arasındaki numuneler iyice karıştırılır ve numune bölücü kullanılarak yaklaşık 120 gr alınır ve tozdan arıtmak için 560 mm elekle eleme aygıtında 5 dk süre ile elenir. Numune bölücü kullanılarak tozu alınmış numune 50 gr' dan az olmamak koşulu ile azaltılır.



Deneyin Yapılışı:
Öğütülebilirlik aygıtı iyice temizlenerek, bilyeler öğütme çanağına olabildiği kadar eşit aralıklarla yerleştirilir.

Tozu alınmış deney numunesinden 50 gr ± 0.01 gr tartılır ve öğütme çanağına düzenli olarak dağıtılıp yüzeyi düzeltilir. Üst öğütme halkası çanağı oturtulur ve çanak, hareket miline göre sabitlenerek yükün düzenli olarak uygulanması sağlanır. Çanağın kenarına sıçrayan kömür taneleri çanak içine fırçalanır. Devir sayacı sıfırlanır ve otomatik durdurma düzeni, aygıtı 60± 0.25 devirde durduracak biçimde ayarlanır. Aygıt çalıştırılır.

Devir tamamlanıp dönme durunca aygıt durdurulur ve aygıt düzeni sökülür. Üst öğütme halkasına yapışan kömür tozları elek altına yuvalanmış 75 mm elek üzerindeki koruyucu eleğe fırçalanır. Öğütme bilyeleri ve öğütülmüş kömür, koruyucu eleğin üstüne boşaltılır. Çanakta ve bilyelerde kalan kömürde koruyucu eleğe fırçalanır. Koruyucu elek, içindeki ve altındaki kömür tozları 75 mm eleğe fırçalandıktan sonra bir kenara bırakılır.

Kapak elek altına yuvalanmış 75mm eleğin üzerine yerleştirilir ve eleme aygıtında 10 dk süre ile elenir. 75 mm elek altında yapışmış bulunan kömür tozları özenle tava içine fırçalanır. Eleme ve sallama işlemi her biri 5 dk olmak üzere iki kez daha tekrarlanır. Her tekrardan sonra 75mm eleğin altının temizlenmesine özen gösterilmelidir.

75mm elek üstü ve elek altı öğütülmüş kömür en yakın 0.01 gr' a kadar ayrı ayrı tartılır. Bu tartımların toplamı deney numunesinin ağırlığından (50 ± 0.01 gr) 0.75 gr farklı olursa deney sonuçları kabul edilmez.



Kalibrasyon İşlemi :
Öğütülebilirlik aygıtı, yeni, değiştirilmiş, tamir edilmiş ve yeni personel tarafından kullanılmış olması durumunda, kömür deneyinde kullanılmadan önce, deneyle ilgili elekler ve diğer aygıtlarla birlikte kalibrasyonu yapılmalıdır.

Her bir kalibrasyon için dört standart referans numunesinin uygun olarak ayrı ayrı öğütülebilirlik aygıtında deney yapılmalı ve elde edilen sonuçlarla kalibrasyon grafiği hazırlanmalıdır.

Çizilecek kalibrasyon grafiğinde koordinatlar doğrusal ölçekli olup , ordinata ortalama olarak hesaplanmış75 mm elek altı (50 ± 0.01 gr - 75 mm elek üstü ) ve apsis olarakta standart referans numunelerin EK 1'de verilen yönteme göre tayin edilen hard grove öğütülebilirlik indeks değerleri alınır. Bu grafik, en küçük kareler yöntemine göre dört noktadan geçen bir doğru olarak çizilmelidir.

Kalibrasyon grafiği standart edilmiş referans numunelerden elde edilmelidir.



Sonuçların Gösterilmesi
Deney numunesinin 75 mm elek altı ağırlığı m gr olarak aşağıdaki eşitlikten hesaplanır:
m = 50 - m1

Burada;

m = 75 mm elek altı
m1 = 75 mm elek üstü

dir. Öğütülebilirlik indeksi kalibrasyon grafiğinden tayin edilir.

Son numuneden alınan 1.12 mm - 560 mm' lik kısma ikili tayinler uygulanır. Ortalama öğütülebilirlik indeksi en yakın tam sayıya yuvarlatılır.



Duyarlılık
Duyarlık sonuçlar arasında kabul edilebilir en büyük farktır.



Tekrarlanabilirlik
Aynı numuneden 1.12 mm elek altı, 560 mm elek üstü kısmına aynı laboratuvarda, aynı eleman tarafından aynı aygıtla ayrı zamanlarda uygulanan deneylerden yapılan ikili tayin sonuçları arasındaki fark 2 birimden daha büyük olmamalıdır.

Uyarlık: Aynı 5.00 mm tane büyüklüklü kömür numunesinden alınan deney numunesinin her birine ayrı laboratuvarlarda yapılan ikili deney sonuçlarının ortalamalarının arasındaki fark 3 birimden daha büyük olmamalıdır.


EK - 1
Kalibrasyon Grafiği
Yapılan sayısız deneyler, aygıt değişkenleri kalibrasyon grafiği kullanılarak en az düzeye indirilirse deney yönteminin uyarlığı sağlanabilir.

Kalibrasyon grafiğinin hazırlanmasında, dört takım ulusal standart referans kömür numunesi kullanılmıştır. Bu numunelerin öğütülebilirlik indeksi onaylanmış hardgrove öğütülebilirlik indeksi yaklaşık 40, 60, 80 ve 110 olmalıdır. Herbir numune ikili olarak deneye uygulanmalıdır.

Hesaplanmış ortalama 75 mm elek altı kısmen ağırlığı (m) her numune için onaylanmış öğütülebilirlik indeksine karşı doğrusal koordinatlarda çizilmelidir. Elde edilen 4 noktadan en küçük kareler yöntemine göre bir doğru çizilir. Örnek kalibrasyon grafiği şekil 3 de gösterilmiştir.

Kalibrasyon grafiği, aygıt yenilendiğinde tamir edildiğinde veya aygıtın hatalı olduğundan kuşkuya düşüldüğünde kontrol edilmelidir.

EK - 2
Onaylanmış Hardgrove Öğütülebilirlik İndeksleri ile Ulusal Standart Referans Kömür Numunelerinin Hazırlanması

Her biri 80 kg ağırlığında ve öğütülebilirlik indeksleri 40, 60, 80 ve 110 olan dört kömür numunesi hazırlanır. Numune her biri aşağıda olduğu gibi işlemlerden geçirilir.

Numune 24-48 saat süreyle havada kurutulur. Plakalı kırıcı kullanılarak tüm numune 5,00mm elekten geçecek biçimde kırılır. Numune tamamen karıştırılarak 24 eşit kısmi numuneye bölünür (karıştırma ve bölme işlemleri mekanik olarak yapılmalıdır).

24 kısmi numunenin ikisi alınarak her biri ikiye bölünür. Böylece 4 deney numunesi oluşturulur. 4 deney numunesinin her birinin hardgrove ve öğütülebilirlik indeksi, bu standartlarda belirtilen işlemlere göre , uluslar arası standart referans kömür numunelerine (EK - 3) dayanan kalibrasyon grafiği ile belirlenmiş ulusal hardgrove aygıtı kullanılarak tayin edilir.

4 öğütülebilirlik indeksinin en yakın tam sayıya yuvarlatılmış ortalaması kalan 22 numunenin onaylanmış öğütülebilirlik indeksi olur. Bu numuneler ulusal standart referans kömür numuneleri olarak kabul edilir.

Standart referans kömür numuneleri, Argon veya Azot (oksijensiz) ortamında ve serin depoda sızdırmaz kaplarda saklanmalıdır.




EK - 3
Ulusal Hardgrove Aygıtının Kalibrasyonu
Ulusal hardgrove aygıtı, ulusal standart referans kömür numunelerinin hazırlanmasıyla ilgili olarak kullanılmadan önce, uluslar arası standart referans kömür numunelerine göre kalibre edilmelidir.

Dörtlü uluslararası standart referans kömür numunesi takımı, bu amaç için belirlenen ulusal deney laboratuvarları tarafından (American Society for Testing and Materials) dan temin edilmelidir.

Ulusal hardgrove aygıtının kalibrasyonu EK - 1 de belirtilen işlem sırasına göre yapılır. Ancak EK - 1, 2 de belirtilen ikili tayinler yerine her numune için 4 tayin yapılır.

Kalibrasyonu yapılan ulusal hardgrove aygıtı sadece ulusal standart referans kömür numunelerinin öğütülebilirlik tayini için saklanmalıdır.

28 Mayıs 2013 Salı

IR (Kırmızı Ötesi) Spektroskopisi

Spektrumun infrared bölgesi, ışının 12800 ile 10 cm-1 dalga sayılı veya 0,78 ile 1000 μm dalga boylu kısmını kapsar.

Moleküler maddeler için IR absorbsiyonu, emisyon ve yansıma spektrumları; moleküllerin bir titreşim ve dönme seviyesinden ötekine geçişleriyle sağlanan enerjideki çeşitli değişmelerden kaynaklandığı varsayılarak açıklanabilir.


IR Spektrumunun Nedeni

İnfrared ışınları; ultraviyole, görünür ve X-ışınları gibi elektronik geçişlerin hepsini oluşturacak kadar enerjili değildir.
İnfrared ışınını absorplayabilmesi için bir molekülün titreşim veya dönme hareketi sonucunda, molekülün dipol momentinde net bir değişme meydana gelmelidir. Dipol moment molekül yük dengesinde meydana gelecek bir bozulmadan veya yük merkezleri arasındaki uzaklığa göre belirlenir. Bağ uzunluğundaki bir değişme veya bağ açılarındaki değişme dipol momentin değişmesine neden olur
Işının frekansı molekülün doğal titreşim frekansına uyarsa, moleküler titreşimin genliğinde bir değişme meydana getiren net bir enerji alış-verişi gerçekleşir; bu da ışının absorpsiyonu demektir.
O2 N2 ve Cl2 gibi homonükleer türlerin dönmesi veya titreşmesi sırasında, dipol momentlerinde net bir değişme olmaz; bu nedenle böyle bileşikler infrared bölgede absorbsiyon yapmazlar.



Bazen Normal modların teorik hesaplamasından daha az sayıda pik ortaya çıkar. Bu durumun dört sebebi vardır.

1. Molekülün simetrisi, özel bir titreşimde dipol momentte bir değişmeye yol açmadığında.
2 .İki veya daha fazla titreşimin enerjisinin bir birine yakın olduğunda.
3. Absorpsiyon şiddetinin basit yollarla tayin edilemeyecek kadar düşük olması durumunda.
4. Titreşim enerjisinin cihazın aralığında dışında olan bir dalga boyunda olması.
  Bazen de normal modlardan beklenenden daha fazla sayıda pik elde edilir. Temel pikin bazen iki veya üç katı frekanslarda overtonlar oluşabilir. Bazen bir foton iki titreşim modunun aynı anda uyarması sonucunda ortaya çıkan kombinasyon bandları vardır. Bu bandların frekansı iki temel frekansın farkı veya toplamıdır.   



Moleküler Titreşim Tipleri

Bir moleküldeki atomların birbirine göre yerleşim durumları tam olarak sabit olmayıp, moleküldeki bağlar etrafında çok sayıda titreşim ve dönme sonucu devamlı değişir. Basit iki veya üç atomlu bir molekül için, böyle titreşimlerin sayısını, özelliğini ve bu titreşimlerle absorplanan enerji arasındaki ilişkiyi açıklamak kolaydır. Böyle bir analiz, çok sayıda atomdan meydana gelen moleküller için imkansız değilse bile, zor olur. Büyük moleküllerde sadece çok sayıda titreşim merkezi bulunmaz, ayrıca bazı titreşim merkezleri arasında etkileşim de söz konusudur ve bu etkileşimlerin de göz önüne alınması gerekir.

Titreşimler gerilme ve eğilme denilen iki grupta toplanabilir.

Gerilme titreşiminde iki atom arasındaki bağ ekseni boyunca atomlar arasındaki uzaklığın devamlı değişmesi söz konusudur. Bunlar asimetrik gerilme ve simetrik gerilmedir.
Gerilme titreşimlerine karşılık gelen IR absorpsiyon bandı, eğilme titreşimlerine karşılık gelen IR absorpsiyon bandından daha yüksek frekanstadır.

Eğilme titreşimleri ise iki bağ arasındaki açının değişmesi ile karakterize edilir ve dört tiptir.

1.Makaslama,
2.Sallanma,
3.Salınma,
4.Burkulma. 

Düzlem içi makaslama ve salınma , düzlem dışı ise sallanma ve burkulmadır.

Ayrıca, titreşimler tek bir merkez atomundaki bağlarla ilgili ise, titreşimlerin etkileşimi veya örtüşmesi meydana gelebilir. Etkileşme sonucu, mevcut titreşimlerin özelliklerinde bir değişme olur.
Gerilme frekansları eğilme frekanslarından büyüktür
  
(Bir bağı eğmek onu bastırarak konumunu değiştirmekten kolaydır)
•Küçük atomların frkansı büyüklere nazaran büyüktür.
Üçlü bağın frekansı ikili ve tekliye nazaran büyüktür. 


   Infrared (IR) ışınını absorplayabilmesi için bir molekülün titreşim veya dönme hareketi sonucunda, molekülün dipol momentinde net bir değişme meydana gelmelidir.
Dipol moment, yük merkezleri arasındaki uzaklık ve yük farkının büyüklüğündeki farka bağlıdır.
    HCl  molekülünün etrafındaki yük dağılımı, klorun hidrojenden daha çok elektron yoğunluğuna sahip olması nedeniyle, simetrik değildir ve HCl molekülünün belirli bir dipol momenti vardır ve de polar bir moleküldür.
     O2, N2 ve Cl2 gibi homonükleer türlerin dönmesi ve titreşmesi sırasında, dipol momentlerinde net bir değişme olmaz; bu nedenle böyle bileşikler infrared bölgesinde soğurma yapmazlar.


Işın Kaynakları:

Nenst Çubuğu : 1 ile 2 mm çaplı ve 20 mm uzunluğunda silindir biçimine getirilmiş nadir toprak",elementlerinin oksitlerinden ibarettir. 
Globar Kaynağı : Çoğunlukla 50 mm uzunluğunda ve 5 mm çapında silisyum karbür bir çubuktur.
Akkor Tel Işın Kaynağı : Nikrom telin sıkıca sarılarak spiral haline getirilmesi ve elektrikle 1100 K’e ısıtılmasıyla eldedilir.
Civa Arkı : Bir atmosferden daha büyük bir basınçta cıva buharı içeren kuvars ceketli bir tüptür.
Tungsten Telli Lamba  ve Karbon Dioksit Lazer Işın Kaynağı


Dedektörler: (ölçülen bir büyüklüğü, özelliği ya da durumu kullanılabilir bir elektriksel büyüklüğe çevirir)

    Termal Dedektörler : Bu düzeneklerde ışın küçük bir siyah cisim tarafından absorplanır ve oluşan sıcaklık yükselmesi ölçülür.
    Piroelektrik Dedektörler: Çok özel termal ve elektriksel özelliklere sahip bir yalıtkan olan piroelektrik malzemelerden yapılır. Triglisin sülfat.
    Fotoiletken Dedektörler: iletken olmayan bir cam üzerine kurşun sülfür,cıva,'kadmiyum tellür veya indiyum antimonit gibi yarı iletken maddelerin ince bir film halinde kaplanmasıyla hazırlanmıştır .

ANALİZ ÖRNEĞİ:

IR spektroskopisi yöntemiyle katı, sıvı, gaz ve çözelti halindeki numuneler incelenebilir.
Bütün fazlarda, örnek kaplarının KBr, NaCl gibi alkol halojenürlerden  IR ışınını geçiren malzemelerden yapılmış olması gerekir.
Bunlar nem çekici maddelerdir. Bu yüzden kuru ortamda çalışılmalıdır.


NUMUNE HAZIRLAMA:

Gazlar: Gaz örneği yaklaşık 10 cm uzunluğunda bir gaz hücresine alınarak örneğin ışıma yolu üzerine yerleştirilir.
Sıvılar: Sıvı örneklerin spektrumu almanın en basit yolu bir tuz diski üzerine bir iki damla sıvı damlatmak, diğer bir diski bunun üstüne bastırarak ince bir sıvı filmi oluşturmak ve bir disk taşıyıcı içine koyarak cihazın örnek bölmesine yerleştirmektir
Katılar: Katı örneklerin spektrumunu almak için en çok kullanılan yöntem KBr tableti hazırlama yöntemidir. 0,5-1 g madde 100-200 mg kurutulmuş KBr ile karıştırılır ve bir agat havanda dövülerek toz haline getirilir.Karışım paslanmaz çelikten bir cihaz içerisinde iki disk arasına konularak bir vakum pompası ile havası boşaltılır ve bir hidrolik preste 4500 kg cm-2’lik bir basınçla birkaç dakika basılır. Hazırlanan tablet örnek bölmesine yerleştirilir.

Titreşimlerin Etkileşmesi

1. İki titreşimin ortak bir atomu olması durumunda gerilme titreşimleri arasında şiddetli etkileşme olur.
2. Eğilme titreşimleri arasındaki etkileşme titreşim yapan gruplar arasında ortak bir bağı gerektirtir.
3. Gerilen bağ, eğilme titreşiminde değişen açının bir yanını oluşturuyorsa gerilme ve eğilme titreşimleri arasında etkileşim olabilir.
4. Etkileşen gruplar yaklaşık olarak eşit enerjili iseler etkileşme en büyük olur.
5. Az etkileşme veya hiç etkileşmeme iki veya daha çok bağla ayrılmış gruplar arasında görülür.


Titeşim modeli için yandaki şekil düşünülecek
Olursa bir yay ve ucunde bir kütle asılı ve yay
sabit bir noktaya bağlı. Eğer yaya bir kuvvet
uygulanacak olursa yay aynı kuvvetle geri
çekilecektir (Hook yasası). Bu kuvvet;
F  =ky   olacaktır. kyayın kuvvet sabitidir.   
Kütle “y” durumundan  (y + dy)
durumuna getirilirse, potansiyel enerjideki
değişme   dE=-Fdy   buradanda dE=-kydy yazılır.    


Herhangi bir titreşim için frekans Newton un ikinci yasasından
bulunabilir. 
F  =ky          F= ma     a= d2y/dt2      (m= kütle a= ivme)
m d2y/dt2 =-ky
y=A cos2pnmt           bu eşitliklerden d2y/dt2=-4p2nm2Acos 2pnmt

Buna göre ossilasyonun(salınım) doğal frekansı  

Titreşim Frekansına etki eden Faktörler

1- Molekül içi etkiler,
a) Komşu bağın kuvvet sabiti etkisi
b) Elektronik etki
         c) Molekül yapısı
2- Molekül dışı etkiler,
  a)Dipolar etkilenme
  b)Hidrojen bağı etkisi

Elektronik Etki;

a) İndüktif etki
b)Rezonans Etki
 
  
Rezonans Etkisi : Bir molekülde rezonans söz konusu ise 2’li bağın bağ derecesi azalır.
Tekli bağın bağ derecesi artar. Buna bağlı olarak tekli bağın titreşim frekansı artarken, 2’li bağın  titreşim frekansı azalır.
Konjugasyon arttıkça C = O ve C = C  2’li bağları daha küçük dalga sayısı değerlerine kayar.Halkalı bileşiklerde halkadaki C atomu sayısı arttıkça  C = O piki daha küçük dalga sayısı değerlerine kayar.




IR Spektrometreleri

IR Spektrometreleri yapılış şekillerine göre farklılık gösterir.
1.Fourier dönüşümlü spektrometreler.
  Temel eleman olarak interferometreler taşırlar.
2.  Dispersif spektrometreler 
  a. Tek ışınlı : Pek pratik değillerdir. 
Çünkü IR ışınları atmosferik su ve karbondioksit tarafından absorplanır.
  b. Çift ışınlı : Numune kabı genellikle monokromatörün önüne yerleştirilerek ölçüm alınır. Böylece IR emisyonu etkisi ve numune bölümünden gelecek kaçak ışınlar azaltılmış olur.     

3.  Dispersive olmayan spectrometer
          Filitreli fotometreler
          Filitresiz fotometreler
          Özel amaçlı fotometreler


Fourier Dönüşümlü Cihazların Üstünlükleri :

Daha iyi sinyal/ gürültü oranına sahiptir.
Daha kısa sürede  spektrum  alınamsını sağlarlar
Yüksek ayırma gücüne sahiptirler  (0.1 cm-1)
Kaçak ışın problemi önlenmiştir.
Karmaşık spektrumların kolay ayrılmalarında (yüksek ayırma gücünden dolayı
Yüksek absorbanslı numunelerin incelenmesinde
Zayıf absorpsiyonlu (yüzeylere tutunmuş numuneler) numunelerin incelenmesinde
Kinetik çalışmalar ve kromatoğrafik çalışmalarda hızlı analiz sağlar.
Çok küçük numunelerin infrared verileri toplanmasından.
İnfrared emisyon çalışmalarında.  



UZAK İNFRARED SPEKTROMETRİ

Özellikle inorganik uygulamalar için uygundur. Bu bölgede genel olarak 650 cm-1 den daha düşük dalga sayılarında absorpsiyon yapan metal atomları ile organik ve inorganik ligandlar arasındaki bağların gerilme ve eğilme titreşimleri gözlenir.
İnorganik kristallerin örgü enerjisi ve yarı iletkenlerin geçiş enerjileri hakkında bilgi edinilir.
Moleküllerin kalıcı dipolleri varsa gaz moleküllerinin dönmelerine
ait absorpsiyonlar uzak infrared bölgesinde gözlenir. H2O, O3,
HCl ve AsH3. Suyun absorpsiyonu bu bölgede problem oluşturur.
Fourier dönüşümlü cihazlar bu bölgedede rahatlıkla kullanılır. 

Yakın İnfrared Spektroskopisi(NIR)

•Yakın İnfrared Spektroskopisi, yaklaşık 770 nm den  başlayıp 3000 nm ye kadar dalga boylu ışınlarla yapılan bir spektroskopi dalıdır.
•Bu bölgede kullanılan cihazlar UV ve görünür alanda kullanılan cihazlara çok benzer. Işın kaynağı olarak, tungsten lamba, hücre olarak ultraviyole ve görünür alan bölgesinde  kullanılan silika hücreler kullanılır.
•Yakın infrared spektroskopisi maddelerin kalitatif tanınmasından daha çok,kantitatif tayinlerinde kullanılır. Kantitatif tayini yapılanlar genel olarak
     C-H, O-H, N-H gruplarını içeren maddelerdir. O-H grubu ihtiva eden alkoller, fenoller, hidroperoksitler, karboksilli asitler bu metotla büyük bir doğruluk derecesi ve kesinlikle tayin edilirler. 



FTIR Spektroskopi

FT  tekniğinin IR spektrumu ölçümlerinde mümkün olması zaman ve frekans birimlerinin birbirleri ile zıt olarak ilişkilendirilmesindendir. Zaman esasına dayalı bir ölçüm kolaylıkla frekans esasına çevrilebilir. Zaman temelli sinyallerin oluşturulması kullanılan specktroskopiye bağlıdır.  IR ışınları Michelson interferometreleri yardımı ile analiz edilebilir. 
Fourier analizde elde edilen sinyal sin ve cos terimleri toplamına çevrilir ki buda Fourier serileri  olarak bilinir. .
y = a0 sin(0wx)+b0 cos(0w x)+a1sin(1wx)+ b1cos(1w x) + a2sin(2wx)+ b2cos (2w x) + ……
   = S [ an sin(nwx)  +  bn cos (n w x)]



IR Spektrumunu kabaca 4 bölgeye ayırabiliriz:

1.   3700 – 2700 cm-1 arası;
Bu bölgedeki pikler genellikle H titreşimlerinden   kaynaklanır. O – H ve N– H esneme titreşimleri     3700 -3000 cm-1 arasında gözleniyor. 
O-H  bantları geniş; N-H bantları sivri bantlardır.

   -Asetilenik C –H ® 3300 cm-1
   -Aromatik C – H ® 3100 – 3000 cm-1
   - Alifatik C – H ® 3000 – 2850 cm-1     
    -Karbonil hidrojeni ®2745 – 2710 cm-1


2.  2700 – 1850 cm-1 arası;
Bu bölgede S, P, Si bağlı hidrojenler ve çoğunlukla 3’lü bağlar gözleniyor.
         -2600 –2550 cm-1 ® S – H 
-2440 – 2350 cm-1®P – H 
-2260 – 2090 cm-1®Si – H 
-2260 – 2190 cm-1  →C ≡ C
-2250 – 2225 cm-1 ® C ≡ N 


3.  1950 – 1550 cm-1 arası;
Bu bölgede çoğunlukla karbonil 2’li bağları gözlenir.
Aldehitler, ketonlar, karbonatlar, asitler, amitler yaklaşık 1700 cm-1’de çift bağlar, Asit anhidritler; klorürler 
esterler 1770 – 1725 cm-1 arasında gözlenir.
Bu bölgede gözlenen piklerin hangi karbonil bileşiğine ait olduğunu anlamak için spektrum diğer bölgelerinde
 elde edilen bilgiler ve incelenen molekülün fiziksel ve kimyasal özellikleri dikkate alınır.
C = C ; C = N → 1690 – 1600 cm-1 arasında
Aromatik halkalar → 1650 – 1450 cm-1 arasında sıralanmış 4 pik veriyorlar. Bu aromatik halkanın karakteri
stiği. 


4.  1500 – 700 cm-1 arası;
Bu bölgede daha çok tekli bağlar gözleniyor. Eterler, esterler, inorganik fosfat, sülfat ve nitratlar bu bölgede 
gözleniyor.
IR spektrumunda grup frekansını değiştiren etkiler Grup frekansı, hesaplanandan alan kaymaların neden
 olduğu incelenir.





Bir IR spektrumu analizi nasıl yapılır:
1. Yapıda bir karbonil grubu varmı ?              
C=O  1820~1660 cm–1 (güçlü absorpsiyon)

2. Eğer C=O varsa , aşağıdakilerden hangisi var. Eğer yoksa 3.basamağa geç
    Asitler     OH grubuda varmı ?    OH  3400~2400 cm–1 (geniş absorpsiyon)

    Amitler              NH varmı ?                   NH 3500 cm–1 (orta derece absorpsiyon)  

    Esterler             C-O varmı  ?    C-O  1300~1000 cm–1 (güçlü absorpsiyon)

   Anhidritler         İki C=O varmı            1810 ve 1760 cm–1 yakınlarında absorpsiyon.

   Aldehitler           CH varmı                 2850 and 1760 cm–1 yakınlarında iki zayıf absorpsiyon
Ketonlar             Yukardaki 5 basamak atlanır.

3. C=O yoksa
   AlkollerFenoller         OH a bakılır          OH    3600~3300 cm–1  (geniş  absorpsiyon)    C-O  1300~1000 cm–1 .
   Aminler                          NH a bakılır         NH  3500 cm–1        (orta absorption)
   Eterler                           C-O  ya bakılır (OH yokluğunda )        1300~1000 cm–1 .

4. Çift bağlar ve / veya aromatik halka        
                               C=C         1650 cm–1 (zayıf absorpsiyon)     aromatik halka  1650~1450 cm–1
                               aromatik ve vinil  CH      3000 cm–1

5.  Üç bağlar            CºN      2250cm–1 (keskin absorpsiyon)           C º C      2150cm–1 (keskin absorption)
                                  asetilenik  CH   3300 cm–1  

6.  Nitro grup               1600~1500 cm–1  ve 1390~1300 cm–1  güçlü iki absorpsiyon

7.  Hidrokarbonlar          yukardakilerin hiç birisi ,   CH  3000 cm–1 (ana absorpsiyon bandı)